Ayşe SARISAYIN : Çok Şey Yarım Hala... Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları, Babam karşıma çıksa, bu dizeyle selamlamak isterdim



"Küçük ahşap bir ev var, 4-5 yaş anılarımda. Babam çalışırken odasına çocukluğun verdiği umursamazlıkla en rahat girebilen bendim sanırım. Beni gördüğünde kağıtlara eğilmiş yüzünde yarı sevecen, yarı kızgın bir ifade belirir, masanın çekmecesinden çıkardığı bir paket çikolatayı bana uzatırdı. Tamam, artık gidebilirdim. Yüzümde bir zafer ifadesiyle aşağı indiğimde annemin kızgın bakışlarıyla karşılaşırdım: "Yine mi babanı rahatsız ettin?" diye anlatıyor büyük şair Behçet Necatigil'i kızı Ayşe Sarısayın ve dahasını tüm içtenliği ile Gazeteci Neşe Berber'e"


Büyüdükçe ve kitaplarını okudukça babamla daha fazla yakınlaştım. Şiirleri üzerinden daha iyi tanımaya başladım onu.

İlkokulda babamın şair olduğunu öğrenen arkadaşlarım,  “şair kızı” diye takılırlardı bana. Bir hoşluk olsun diye yaparlardı belki, ama ben utanırdım nedense.  Sanırım şairliği  bir meslek olarak görmediğimden, “Benim babam şair,  ama aynı zamanda öğretmen,” derdim onlara.Daha sonraları, yıllar geçtikçe tam tersine döndü bu duygular, babamın şair olmasından gurur duydum hep.

Lise yıllarımdan itibaren  şiirlerini okuyup anlamaya çalıştığım  bir dönem başladı,  bu dailişkimizi ve ona bakışımı farklılaştırdı büyük ölçüde.

Babamı kaybettiğimde yirmi iki yaşındaydım. Çok erken, zamansız bir kayıptı,  ölümüyle birlikte  pek çok şey  yarım kaldı.

 

Babama ilişkin anılarımın yer aldığı  ilk  kitabıma, onun bir şiirinden yola çıkarak “Çok  Şey Yarım  Hâlâ”  adını  vermemin nedeni de bu belki. Yarım kalan bir baba-kız ilişkisi.

 

Bu sokak beni çok etkiliyor.

Belli aralıklarla çocukluğumun geçtiği sokağa  geliyor, oturduğumuz eve bakıyorum, yıkılmış mı, yerinde duruyor mu diye.  Tuhaf bir saplantıya dönüştü yıllar içinde.  Bu evi görmek bana sevinç veriyor,  çocukluğum, hayatım  gözümün önüne geliyor sanki.

 

“Eski Sokak”tan ayrıldıktan sonra bir daha girmedim bu evden içeri.

Pencerenin önünde oturup,  ayaklarımı dışarı sarkıttığımı, sokaktan geçen postacının beni kızdırmak için ayakkabımın bir tekini alıp  sonar  getirdiğini hatırlıyorum.  Bodrum  kat odunluktu. Sobalı, kutu gibi bir evdi, üst kata  babamın çalışma odası vardı. Arkadaki küçük bahçeden  gelen hanımeli kokusunu hiç unutmadım.  Şimdi kime ait,  yıllardır  neden boş  duruyor, bilmiyorum.

Beşiktaş benim geçmişim, çocukluğum. Eski İstanbul yaşamının izlerini taşıyan  bir semt hâlâ.

Beşiktaş  çarşısında, merkezinde nispeten az  değişmiş  eski  yapılar  ve  yaşantılar  var, çok sevdiğim Balık Pazarı var. Bunların varlığını  önemsiyorum. Büyük süpermarketlere girip alışveriş yapmak yerine çarşı içinde, farklı yerlerde dolaşarak  alışveriş yapmak çok daha zevkli benim için. Eski bir ilçe olması, ruhunun olması çok önemli. Bir kentte yaşanmışlık duygusunu hissedebilmek çok değerli,  keşke hep korunabilse. Beşiktaş az da olsa bu duyguyu hâlâ verebilen bir semt.

 

Babam içe dönük, çekingen,  duygularını  kolay kolay  dışa  vuramayan bir insandı.

İç dünyası çok zengindi,  ama bunun dışarı yansıması çok sınırlıydı.  Alçakgönüllüydü, emeğebüyük  saygı gösterirdi. Edebiyatçı dostlarıyla  birlikte olduğu uzun sofralar kurulurdu evimizde bazen, geç saatlere kadar sürerdi sohbetler.  Böyle akşamlarda açılır, dışa dönerdi.  Çocuk bakışımla anlayamaz,  merak ederdim ne konuştuklarını.

 

Biz daha çok  bir araya geldiğimiz  akşam yemeklerinde  konuşma  fırsatı bulurduk  babamla.

Annem de  çalıştığı için ona  ev işlerinde  çok yardımcı olurdu. Yemek yapmayı severdi, barbunya pilaki, imam bayıldı, pilav gibi yemekleri  iyi  yapardı, annemin evde olmadığı zamanlarda mutfağa girer, akşam yemeklerini  o  hazırlardı bize.

Babam okul ödevlerimize genelde kaynak göstererek yardımcı olurdu.

Bu şekilde araştırmaya yönlendirirdi  ablamla beni. O  yıllarda pek de hoşumuza gitmezdi bu tavrı  tabii, “Yardım etse,  ne olur?” diye kızardık içten içe.

Babamın beni kucağına aldığını, sarılıp öptüğünü  pek  hatırlamam...

Mesafeliydi  çoğu zaman. Başımızı okşayarak gösterirdi sevgisini.  Annesini çok küçük  yaşta, henüz iki yaşındayken  kaybetmiş, belki  annesiz büyümesinin de etkisi var bu yapısında.  Ama  yolda uykum geldiğinde beni omzuna alıp  eve kadar  taşıdığını da çok iyi hatırlıyorum, kaç defa kimbilir.  Daha çok davranışlarıyla  ve şiirleriyle  ifade ediyordu kendini.

 

Şimdi yaşasaydı Babanız Behçet Necatigil'e ne söylemek isterdiniz?

Babamı hâlâ çok özlüyorum. Şimdi olsaydı  önce sıkıca sarılırdım ona.

 

“Açık”  adlı  şiirinde  bir dize vardır:  “Çünkü asıl  şiirler bekler bazı  yaşları”.  Babam karşıma çıksa,  bu dizeyle selamlamak isterdim onu.  Şiirleriyle ilgili konuşmak, biraz hayattan biraz da edebiyattan söz etmek…






Facebook'ta Paylaş