Vural Gökçaylı ' Ne doğuya ne batıya özenirim. Ben Türküm'

Sevgili Vural Gökçaylı bugün, Türkiye'de Haute-Couture'ü en iyi temsil eden modacılardan biridir

Sevgili Vural Gökçaylı bugün, Türkiye’de Haute-Couture’ü en iyi temsil eden modacılardan biridir. Hatta, Fransız Haute-Couture’ünün altın çağında Fransa’da ilk adımlarını atan tek Türk modacıdır. Türk modasının vizyoner , çağdaş ve aynı zamanda öncü isimi ile yaptığımız bu röportajımız haftasonunuza ışık olacak.

 

 



Çocukluğunuzda şapkalar ve elbiseler çiziyordunuz, modacı olmayı o zamanlar düşünüyor muydunuz?

Modacı, tasarımcı ve mimar sonradan olunmaz öyle doğar insan. Eğitim ile de onu bir yere getirirsiniz. Ben çocukluğumdan beri modayla ilgilendim annem çok sık bir kadındı. Benim çocukluğum döneminde tüm İstanbul şapkalıydı. Kışın Beyoğlu’nda, yazın Modada otururduk. Her çocuğa kalem, kâğıt verilir bana verildiği zaman ben hep elbiseler, şapkalar çizerdim. Ailemizde daha çok doktor, asker ve hukukçu vardı. Modacı olma isteğim ile çok tepki alacağımın farkındaydım.

İtalyan Lisesi 1.sınıfta iken teknik resim dersimiz vardı. Sinyore Ottone hocamız dersimizle alakalı sınav yaparken hepimize çizmemiz adına bir şeyler verdi. Ben herkesten önce bitirmiştim. Sıra arkadaşım Ayla’da bir kumaş almıştı. Sınav sırasında bana ‘Şuna bir şeyler çizsene’ dedi. Sınavı bitirdiğim için kumaş ile ilgilenmeye başladım. Hocamız bu duruma çok sinirlendi ve beni dışarı çıkardı. Uzun zamanda benimle ilgilenmedi. Geçen zaman sonrasında bir gün beni çağırdı ve ‘ Sanatkâr ruhlu bir çocuksun Sen İtalya’ya git ve moda oku’ dedi. O zamanlar ben 15,5-16 yaşındaydım konuyu anneme söyledim ve çok tepki aldım. Babamın vefatından sonra annemi bu konuda ikna etmeyi başardım. Liseden sonra herkesin aksine ben İtalya’ya değil Fransa’ya gittim. Fransız Dili edebiyatı okudum sonra Fransa Güzel Sanatlar Fakültesinde tiyatro kostümü, kostüm tarihi ve moda okudum.

Givency’de, YSL’de ve Jean Patou’da çalıştım. 10 seneden fazla Paris’te kaldım. Paris insanı forme eden bir şehir. Sanat ve kültür adına herşey var. Paris’e gittiğim zaman opera ve tiyatro bilgime Fransızlar şaşırırdı. Paris operasında Maria Callas’ı bile izledim. Türkiye’de ise opera çocukluğumda sadece Ankara’da vardı ve ben opera oyunlarındaki ses, sahne düzeni ve kostümleri görmek için sıklıkla Ankara’ya giderdim. İstanbul’da ilk opera binası Tepebaşı tiyatrosunda inşaa edildi. Mükemmel bir mimarisi vardı.

Kısacası ben şimdiki modacılar gibi gökten zembille inmedim. Dolu dolu bir sanat ve kültür olayının içinde yaşadım. 1970’den beri Türkiye’deyim. Yurtiçi ve Yurtdışı birçok defile yaptım. 5 Kasım’da Kıbrıs Cumhurbaşkanı daveti üstüne Kıbrıs’ta defile yapacağım. Geçen sene Miami’ye davetliydim. Miami’de defile yaptım.

Eski sokak modasıyla günümüz sokak modasındaki değişim kültür ile mi orantılı?



Günümüz sokak modası bence vasat. Renkli basınında provokesi var. Ben 1968 olaylarında Paris’teydim. 1968 olaylarından sonra Haute Couture’da bir düşüş oldu. De Gaulle Amerika ile ters düşmüştü.  Amerika ise yaşanan bir sürü olaydan sonra Fransa’ya ambargo koymuştu. Ambargo ile ne modanın, ne şarabın ne de peynirinin bir değeri kalmadı. Biz o sıralar 1968’de kış koleksiyonunu hazırlıyorduk ve en iyi müşterimiz Amerikalıydı. Moda konseyi olarak toplandık o zamanlar Coco Chanel yaşıyordu. ‘Neden korkuyorsunuz, Amerikalılar gelecek zaten, Amerika’da modacımı var’ dedi. Biz koleksiyonumuzu yaptık, o arada öğrenci olayları başladı ve biz koleksiyonu doğru dürüst göstermedik. De Gaulle istifasından 6 ay sonra vefat etti. Ekonomik kriz modaya inanılmaz bir darbe vurdu. İran sarayı da çökmüştü. En iyi müşterimiz arasında İranlı Prensesler de vardı.

İlk hazır giyimi Christian Dior yaptı. Eskiden 25.000 frank olan bir elbiseyi 5000 Frank etiketle piyasaya sürdü. Elbisenin düğmeleri ve amblemi dışında Dior imzası taşıyan bir elbise değildi.  Chanel o zaman kıyamet koparmış ve markaları dışarı açmak bir görgüsüzlüktür demişti. Vefatından sonra onunda tüm markasını dışarda kullanıyorlar. Devam eden bu yozlaşmaya Pierre Cardin’de katıldı. Aslında Haute Couture hala Fransa’da var ama emin olun bugün benim atölyemde biz Paris’te olmayan Haute Couture olayını çalışıyoruz. Ben hala o teknik ile devam ediyorum. O yüzden benim yabancı müşterilerim de var. Dikişten anlayan hisseden o ünlü ve yetenekli moda tasarımcıları artık Paris’te yok. Eskiden Fransız modası dendiği zaman tüm modacıların ismini herkes bilirdi. Bugün isimleri kaldı ama yeteneksiz bir İngiliz moda tasarımcısı kendine göre, bir mesaj vermeden markaların işlerini yapıyor. YSL gibi bir kadını başka türlü giydirmiyor. Givenchy kadınını giydirmiyor. O zamanlar müşterilerim arasında Audrey Hepburn, Madame Simpson ve Catherine Deneuve vardı. Şimdilerde bu tarz müşteriler de yok. Giyinmiş, süslenmiş kadınlar bakıyorsunuz zarafetten çok uzak hep argo konuşuyorlar. Tarz mahvoldu. Zarif ve sık kadın olayı hem giyim hem davranış olarak özenti odaklı bir hal aldı.

Aslında Türkler olarak Ural-Altay kökeninden geliyoruz. Çok büyük bir kültürümüz vardır. Dünyanın hiçbir yerinde iki kez kıyafet devrimi olmadı. Türkler olarak ilk devrimi 1828 II. Mahmut döneminde ikincisini ise Mustafa Kemal Atatürk döneminde yaşadık. II. Mahmut dünyanın en şık insanlarından biri. Tahta çıktığı zaman ayağında şalvar, başında sarık, üzerinde kaftan ile çıkmıştır. Orta Asya’dan geldikleri zaman Osmanlı pantolon, çizme, zırh ve kollu ceket giyerdi. Aslında biz Avrupa’ya pantolon ceketi öğrettik.

Bir anı paylaşmak isterim; II. Mahmut 1828’de Revan Köşkünde bir gün aynanın önünde pantolon ve ceket başında püsküllü feshini giydiği zaman odaya üvey annesi Nakşidil Sultan girer. Oğlum ‘ Dışarıda Ulema, asker ve halk var. Bu kılıkla görünme’ der. Mahmut ise ‘Ana zamanı gelmiştir. Benim atalarım Orta Asya’dan geldiği zaman biz böyle giyinirdik. Benim giydiğim pantolon aslında Hun imparatorunun Türk asıllı devamı.’ der ve ismi gâvur padişaha çıkar ve 1828’de kıyafet devrimi yapar. II.Mahmut’un zamanında açılan harp mektepleri, müzikayı humayun, tıp ve kız mektepleri hepsi Cumhuriyetin alt yapısını hazırlamış. O mektebin içinde Atatürk yetişmiş.

Şu an Yeditepe Üniversitesinde Kostüm ve Moda tarihi dersi veriyorum. Moda hep politikanın içindedir. Fransa’da kaldığım yıllarda yaz aylarında hep staj yaptım. 3 sene Odeon Tiyatrosunda kostüm yardımcılığı yaptım. Kostüm direktörümüz İngiliz’di. Hamlet oyununu sergileyeceğimiz kış için yazdan hazırlık yapıyorduk. Oyuncular taytın T harfinin olmadığı dönemde sahnede kadın-erkek herkes tayt giyiyor, üzerlerinde yerlere kadar gümüş tokalı pelerinler ile prova yapıyorlardı. Pelerin ile yürümek zor iştir ilk başta oyuncular alışamadı. En sonunda Opera Garnier’den gelen bir teknisyen tiyatroculara bir pelerin nasıl taşınır onu öğretti. Oyun 2,5 sene sahneden kaldı. Türkiye’ye geldiğim ilk zamanlar televizyonda sadece 2 kanal vardı. TV’de bir baktım Atatürk meclisten çıktı inerken o pelerini o kadar güzel kullandığını fark ettim. Bu adam ders almamıştı. Mektebi harbiye ona her şeyi öğretmişti. Ama giyinmek onun içinden geliyordu. Onun kadar şık bir Amerikalı ve Avrupalı bir artist yok. Türkiye’yi hem uygarlık olarak çizmiş, hem de bugünkü modern ülkemizi kurmuş ama maalesef biz kıymetini bilmiyoruz. Bilhassa kadınlar.

Eskiden şık giyinmek daha mı kolaydı, az parayla kaliteye insanlar daha rahat mı ulaşabiliyorlardı?



Eskiden bir tasarruf ve görgü vardı. Şimdi görgüsüzlük çok fazla. Fransa’da bir davete illa başka bir elbiseyle gitmek görgüsüzlüktür. Türkiye de görgülü ve zengin aileler yazın üç ya da dört,  kışın da üç ya da dört parça kıyafet diktirir ve onu giyerler. Konfeksiyon almazlar.

Bugün en büyük markalara giriyorsunuz hep çarpık çurpuk kıyafetler müşterilerde zaten ince detaylardan anlayamıyorlar. Eskiden benim çok sık müşterilerim vardı. Bir anımı daha paylaşmak isterim;  AKM’de konserdeydim. Baktım benim diktiğim bir elbise bir sefirenin üstünde. Araştırdım. Diktiğim hanımefendi o sezon elbiselerini giyiyor sonra arkadaşı sefireye hediye ediyormuş. Bunlar güzel ve edabımıza uyan şeylerdi. Ama şimdi görgüsüzce paralar savruluyor. Kadınların ellerinde bir çanta beş ila altı bin dolar. Basınında bu konuyu yazmasıyla görgüsüzlük artıyor. Bir diğer tarafta millet açlıktan ölüyor.

Serbest ekonomi Türkiye’yi mahvetti. Serbest ekonomiden önce Türk kadını Türk çantaları kullanır, Türk ayakkabısı giyerdi. Fevkaladede iyi ayakkabıcı ve çantacılarımız vardı. Türk kadını Paris’e gittiği zaman bir tane bir şey alırdı daha fazla değil. Herkes Türkiye’den giyinirdi. Türk kumaşı fevkalade kaliteliydi. Daha sonraları bu Türk markalarımız yok oldu. En kreatif ipekler yapan Vakko artık Haute Couture yapamıyor kanımca. Büyük markalar hazır giyimde kendileri imal ederdi. İstihdam yaratırlardı. Simdi bu markalara gidin hep Avrupa’dan gelen markalar var, yerli kumaş yok. Kumaşçılara gidiyoruz Avrupa kumaşları var.

Eskiden Neden mutluyduk sorusunun cevabı; İstikrar. Çocukluğumuzda yerli malı yurdun malı her Türk onu kullanmalı zihniyetindeydik. Simdi ise kedi maması bile dışardan geliyor. Biz ortak pazarda hep itilen bir ülkeyiz. Ama ortak Pazar tüm malını bize satıyor. Türkiye’den intikamını bu şekilde alıyor

Eşinizle uyumlu bir çiftsiniz. Tanışma hikâyenizi anlatır mısınız?



Türkiye’de ayrılıklar çoğaldı. Sebebi evlendikten sonra çok fazla laubali olup gençler birbirlerine saygılarını yitiriyor. Eşiniz ya da sevgiliniz ile aranıza hep bir mesafe koymak lazım. Meral benim kızımdır ben onun oğluyumdur. Kavga etmemeye gayret ederiz, aynı fikirde olmasak bile. Ufak bir kavga bile olsa 5 dakika sonra Meral gelip yanağımdan öper ve olay biter.

Gelinlikler dikiyoruz, çeyizler hazırlanıyor, düğünlere gidiyoruz bakıyoruz 6 ay sonra ayrılmışlar. Dejenere olduk, kökenimizi kaybettik. Arabistan’a gidiyor Arap oluyor, Amerika’ya gidiyor Amerikalı oluyoruz. İstanbul beyefendisi başka türlü bir görgüdür. Şimdilerde biz kimliğimizi öğretilerimizi kaybettik. Ben ne doğuya ne batıya özenirim. Ben Türküm.

Kadının ev seçimi ve dekorasyon tarzı ile giyim tarzı orantılı mı? Giyimine özen gösteren birey evine de özen gösteriyor mu?


Benim çocukluğumda Moda da muhteşem köşkler vardı, dekorasyon harikaydı, her evde piyanolar ve muhteşem tablolar vardı. Yani hakikaten bir görgü vardı. Çini sobalar, şömineler vardı. Emin olun o zamanlar Moda semti Monte Carlo’dan daha güzeldi.


Şu an o muhteşem köşklerden birkaç tane kaldı. Mimari ve insan dokusu olarak çok o köşkler güzeldi. Evlerde o zaman mutlaka misafir salonu vardı. Mesela; Bizim evde bir mavi salon vardı Dedem orda edebiyat ve sanat günleri yapardı. Mavi salonda mavi Çini sobası vardı ve tüm mobilyalar dışardan gelmişti. Lacivert bir döşemesi vardı. Yerdeki halı mavi tonlarda, perdeler mavi tonlardaydı. Yemek odası ve oturma odası ayrıydı. Bir kültür vardı.

Günümüzde işimiz gereği birçok zengin müşteri ile karşılaşıyoruz, beni evlerine davet ediyorlar, sukutu hayale uğruyorum. Evlerindeki iç dekorasyon çok iç açıcı değil mesela duvardaki resimler hep Avrupa kopyası.  Ayrıca şimdi moda oldu herkes Türk resmi alıyor. LV Çanta gibi herkesin evinde ünlü bir Türk ressamı olacaklar arasında.

Ev dekorasyonu şimdi çok iddialı onu da aynı giyim tarzı gibi görgüsüzce kullanıyorlar. Ben evimin ve iş yerimin dekorasyonunu kendim yaptım. Daha sonra bu dekorasyonu beğenen birkaç kişi için de ev dekorasyonu yaptım. Ev dekorasyonu yapmak hem zevkli hem çok kolaydır.

Modacılık ve mimarlık aslında birbirine çok benzeyen meslekler midir?

Benim mühendis arkadaşım çok azdır. Mimar arkadaşım ise oldukça fazladır. Mimari ile moda çok uyar. Paris’ten geldiğimin 2.senesinde yaptığım defile tamamen mimari çizgiler içeriyordu. Bu konseptte bir defile tekrar yapmak isterim ayrıca bir modacı olmama rağmen otellerden dekorasyon teklifleri geliyor.

Yeni kentsel dönüşüm kavramına nasıl bakıyorsunuz, yatırım için ev alıyor musunuz?


Bodrumda 2 tane evimiz var, modada dededen kalma bir evimiz ve bir de içinde bulunduğumuz ofisimiz var. Şu an yatırım için konut almayı düşünmüyorum.


Konut seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Konut seçerken depreme dayanıklı mı, kaliteli malzeme kullanılmış mı, sağlam yapılmış mı, kullanışlı mı, mutfağı, salonu ve banyosu benim için çok önemli. Ayrıca yemek odasının ayrı olmasına dikkat ederim.

Eşinizde midir son karar konut alırken?

Eşim daha çok görsel olarak dairenin güzel olması ile ilgilenir. Kendisi mutfağa ve banyoya çok meraklıdır. Mutfak, banyo ve yatak odasının güzel olmasına çok dikkat eder. Salon, yemek odası, oturma odası dekorasyonu ise bana aittir. Ama hep eşime sorarım. Ben koleksiyon yaparken de eşime sorarım. Evde de aynı şekildedir.

Birçok markalı konut projesi var, büyük site yaşamına bakış açısınız nedir? Yoksa mahalle kültürünü mü seversiniz?

Bu şekilde bir ortamda yasayamam. Büyük apartmanları tercih etmiyorum. Bodrumda iki evi alıp birleştirdik, çok rahat bahçemizde büyük.